21 Dergisi Röportajı

Tayfun Topaloğlu, Türkiye’nin Kişisel Gelişim ve Yaşam Dergisi 21’in Eylül sayısı için röportaj verdi. Yeni çıkan kitabı Dalgaları Aşmak dahil pek çok önemli konuda görüş belirten yazarımızın bu önemli röportajından dikkatimizi çeken başlıkları sizlerle paylaşıyoruz.

Eyleme geçmemizi engelleyen dik dalgaları nasıl aşarız?…Bunları aşmak için ne yapmak gerekir? İnsanları harekete geçmelerine ya da eylemlerini yarım bırakmalarına sebep olan şeyler ve söz konusu korkularını yenmek için yapmaları gerekenler nelerdir?

İnsanoğlu doğası gereği hareket etmek, eylemde olmak için tasarlanmıştır. Aslında yeryüzündeki tüm canlılar için bu böyledir. Ancak yaşama özgü birçok neden, bizim hem harekete geçmemizi engellemekte hem de başladığımız işleri yarım bırakmamıza neden olabilmektedir.

Öncelikle yaşamda neden var olduğumuzu, ne yapmak ve neyi gerçekleştirmek için burada olduğumuzu fark etmemiz çok önemlidir. Şu bir gerçek ki, tüm insanlar bu yaşamda kendilerini ifade etmenin ve yaşam amacını deneyimlemenin gerektiğini anlamalıdır. Öz değerlerimizle ilgili olmayan her türlü uğraşımız yarım bırakılmaya potansiyel bir adaydır. Kendimizin değil de başkalarının bize uygun gördüğü hedeflerin gerçekleşmesi olasıdır; ancak bu, tatminsiz bir yaşamın nedeni de olabilmektedir. Sonsuz motivasyon, anlamlı bir yaşamla, ancak ve ancak düşlerimizi belirleyip buna göre bir yaşam kurmakla mümkün olacaktır. Yine de bu, zor olan yoldur. Gerektiğinde yakın çevremizden birçok kişiyi karşımıza almayı da beraberinde getirebilecektir. Ancak sahip olduğumuz düşler, bizim özümüzden geliyorsa, o zaman bize gereken gücü ve kaynakları da yaratacak güçtedir.

Düşlerin gerçekleşmesi için çok çalışmak, daha çok çalışmak gerekmektedir. Garantici bir yol, çözüm değildir. Düşlere olan sadakatin ölçütü, sadece ona adanmak ve tüm yaşamdaki eylemleri onun üstüne kurmakla ilgilidir. Son zamanlarda kullandığım bir sözümü tüm düşleyenlerin slogan olarak benimsemesini öneririm. “Yaşadıkça düşleyin, düşledikçe yaşayın.” Yaşam boyu düşlerken, düşlerinizi de eyleme geçerek gerçekleştirin. Düşlerinizi gerçekleştirin!

Düşlerini gerçekleştirmenin bir sırrı varsa o da, düşlere sadakatle bağlanmak ve her an her yerde eylemde olmaktır. Bir kere, çalışmanın dışında bir çözüm öneren hiçbir gelişim öğretisini kabul etmiyorum. Yaşamdaki her bir dönüşümün altında bilmek değil, yapabilmek vardır. “Yap–a–bilmek!” Her bir eylemsel adım, tüm olasılıkları değiştirir ve dönüştürür. Eyleme geçtiğinde tüm planların alt üst olurken (ki bu güzel bir şeydir), bir taraftan da kafanda yarattığın anlamsız korkularının geçtiğini görürsün. Çünkü gerçeklik, her bir eyleminle değişir, dönüşür ve başkalaşır… Harekete geçin! Hemen şimdi, burada, yanınızda kim varsa onunla. Böylesi belirsiz, hızlı değişen bir dünyada planlama ile vakit harcamak tam bir çılgınlıktır. Çünkü planlayamadığımız bir dalga mutlaka olacaktır ve bu, sizi her an derin sulara gömebilecek güçtedir.

Her düş gerçekleşmek ister diyorsunuz…Gerçekten her düş gerçekleşir mi? Peki ya yaşadığımız hayal kırıklıkları?

Tüm düşler gerçekleşir. O nedenle nasıl bir düş kurduğumuzun farkında olmamız çok önemlidir. Düşlemediğimiz bir şeyi zaten gerçekleştiremeyiz; çünkü bir şekilde, onu bilinçaltında da olsa biz belirleriz. Bahsettiğiniz hayal kırıklıkları, beklentilerle yakından ilişkilidir. Kendimizin kontrolü dışında olan her şey ile ilgili beklentiler potansiyel bir düş kırıklığıdır. Kendimizin dışındaki her şey kontrolümüzün dışındaki alandır. Sonsuz bir olasılıklar zinciridir. Orası ortak alandır ve herkesin istekleri eşit derecede önemlidir. O nedenle orada “ben istedim, gerçekleşmedi” deme lüksümüz yoktur. Orada, “ben istedim, gerçekleşmesi için çalıştım” demek zorunluluğumuz vardır.

Denemek, yanılmak, aldanmak, yıkılmak, lanetlenmek… hepsi de yaşamda bir şeyler yapmak isteyen insanların karşılaştıkları olası durumlardır. Burada önemli olan sürecin öz ve öz kendisidir. Siz süreçten zevk alıyorsanız, sonunda gelen hayal kırıklığı, sadece yeniden başlamak için bir nedenden başka bir şey olmayacaktır.

Gerçek düşleyenin başarısızlığı yoktur; onun öğrenme deneyimleri vardır. O, gerçekten istediği şeyle ilgili devamlı surette sınavdan geçer. Bu sınavın zorluğu, istediği şeyin ne kadar büyük olduğu ile ilgilidir. Her bir deneyim, bizi düş yolculuğunda daha güçlü kılmak için gelir. O nedenle, bu bilinç yapısıyla, önümüze gelen zorlukları sevinçle karşılamamız gerekmektedir. Eylemlerimizin sonuçlarını da anlayışla karşılamalı ve eğer istediğimiz sonuçlar değilse, bunları değiştirmek için yeniden yola koyulmamız gerekmektedir. Zaten yaşam da tam anlamıyla bu değil midir !?

Sezgilere güvenmek… Bunu varsayımlardan nasıl ayırabiliriz? Neyin sezgi neyin varsayımsal bir yaklaşım olduğunu ve bu ikileme düşmeyi nasıl engelleriz?

Sezgilere güvenmek demek, bilgilerimizin oldukça yetersiz olduğu durumlarda, hissel kararlar alabilmek demektir. Varsayımlar yine bilginin varlığına ihtiyaç duyarlar. Ancak sezgide, hemen hiç bilgi yoktur. Daha çok enerji düzeyinde, bilinçaltı düzeyindeki algılarımız devrededir. Varsaydığımızda seçenekler devreye girer, sezdiğimizde ise sadece tek bir yanıt vardır. O da, gerçek olandır. Kendimize, sezgilere açık olmak bir nevi yetidir. Öğrenilmesi, güvenilmesi gereken bir araçtır. Özellikle belirsiz anlarda ve kararsız kaldığımız, içinden bir türlü çıkamadığımız durumlarda kalpten gelen bir yanıttır sezgiler. Pek çoğumuz bu bilgeliğe kapalı yaşıyoruz maalesef. Özellikle veri yığınından bir çöplüğe dönen beynimizi kullanmayı, mantıklı olmalısın diyen dış sesleri duymayı bir türlü bırakamıyoruz. Çünkü bırakın sezgilerimize güvenmeyi,  kendimize, dünyaya ve hatta hiçbir şeye güvenemez hale gelmişiz. Çünkü doğrular bizim olmaktan çıkmış durumdadır. Kendimize uzak kalmışız, yabancılaşmış durumdayız. Yaşamlarımız bir kopya haline gelmiş; özgün bireylerken birer kopya olarak ölmek daha kabul edilebilir bir son gibi gelmiş bizlere.

“Sen ‘bir’sen tek olmaktan korkma; ama içindeki bir’lik oluşmamışsa, en kalabalık orduları bile yanına alsan, savaşını kaybedeceksindir..”  diye bir ifadeniz var. Bu birlik nasıl oluşur? Bize bunun için hangi ipuçlarını verirsiniz?

Buradaki ‘bir’lik kavramı, kişisel bütünlüğü ifade etmektedir. Kişinin, düşüncede inançlarında ve eylemlerinde bir bütün olarak davranmasıdır. Maalesef ki, kişisel yaşama ait motivasyon sorunlarının temelinde, düşünce inanç ve davranışlardaki tutarsızlıklar yatmaktadır. İnsanlar rejim yaparken, arabayla spor salonuna giderler; sigara içerlerken organik yiyeceklerle beslenirler. Bunlar komik ama maalesef ki gerçek çelişkilerdir. Bundaki en büyük neden ise, kendi seçimlerimizin getirdiklerine direnmemizdir. Seçimlerimizin sonuçlarını sadece iyi olduğunda kabul etmemiz; hiç düşünmediğimiz sonuçları olduğunda ise pasif şekilde direnmemiz, buna neden olmaktadır. Buradaki bilinç düzeyimiz, hem iyi hem de kötü olanı, tüm sonuçları ile kabul etmeyi benimsemede yetersiz kalmaktadır…Tam tersine inanırken, başka bir şey söyleriz; belli bir konuda doğru olarak kabul ettiğimiz şeyi düşünürken, tam tersi şekilde davranırız. Böylece bütünlüğümüzü kaybederiz. Dolayısıyla bütün olmadığımızda kişisel savaşımızda rahatlıkla kırılgan hale geliriz. En ufak bir şeyde yenilgiyi içselleştirir, vazgeçeriz. Kendi içinde bütünlüğümüzü sağladığımızda ise kendimizi güçlü hissederiz, tutarlı olduğumuzda kendimize daha çok güveniriz. Bir olduğumuzda tek olmaktan artık korkmayız.

Bazen olayların akışına kendimizi bırakmamız ve durumu kabullenmemiz ve teslim olmamız gerekir.  Bu zaman zaman bizi hedeflerimizden uzaklaştırsa bile. Bu konuda yapılan seçimlerle ilgili ne düşünüyorsunuz?

Yaşamda iki genel anlayış vardır. Bu anlayışlar dünyayı da ikiye ayırmıştır aslında. Birincisi Batı’nın her şeyi kontrol edebilirim, öngörebilirim anlayışıdır. İkinci anlayış ise daha çok Doğu’nun hiçbir şeyi kontrol edemem, sadece olacaklara ve yaşama uyum sağlayabilirim anlayışıdır. Aslında iki tarafın görüşleri de kendi içinde tutarlı ve doğrudur. Ancak bir parça eksiktir. Şöyle ki, Batı bu sayede, doğaya ve dolayısıyla dünyanın kaynaklarına egemen olmayı başarırken; Doğu ise daha dingin ve huzurlu bir yaşamı yakalamayı daha iyi başarmıştır… Aslında burada önemli olan dengedir. Yaşamın ve doğanın temelinde “denge” vardır… Yaşamdaki tek kontrol aracımız ‘kendi’miz olmalıyız. Her davranışımız düşüncemiz ve ifademiz, dünyada bir su damlasının denize düşmesi gibi halkalar yaratarak etkide bulunurlar. Bu dalganın gücü bizim isteklerimizin düzeyi ve etki derecesiyle ilgilidir. Biz aslında, damlayı suya göndermekle ve onun buradaki gücünden sorumluyuzdur. Dünyadaki etkilerinin neler olabileceği, bizim dışımızdaki öngöremediğimiz pek çok faktöre bağlıdır. Eğer sonuçlarından memnun değilsek, başka bir damla göndeririz ya da bu sonuçları kabul etmenin bir yolunu buluruz. Her şey bundan ibarettir.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir